ABD’nin iki büyük tezgahına dikkat
ABD’nin Türkiye ve Halkbank’a operasyon yapmaya çalıştığı ‘Rıza Sarraf’ davasında jüri karar sonrası ABD’nin atacağı adımlara dikkat edilmesi gerekiyor.
Bankacılık Kanunu’nun 74. maddesi, “İtibarın Korunması” başlığını taşıyor ve şu hükmü içeriyor:
“5187 sayılı Basın Kanunu’nda belirtilen araçlarla ya da radyo, televizyon, video, internet, kablolu yayın veya elektronik bilgi iletişim araçları ve benzeri yayın araçlarından biri vasıtasıyla; bir bankanın itibarını kırabilecek veya şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir hususa kasten sebep olunamaz ya da bu yolla asılsız haber yayılamaz.”Maddedeki “kasten” vurgusu önemli. Zira, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 13 yıl önce yapılırken ben de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeleri günler geceler boyu izlemiştim. Madde, bankaların güven ve itibarının korunması boyutuyla olduğu kadar basın ve ifade özgürlüğü açısından da tartışılmış ve “kasıt” unsuruna özellikte atıfta bulunulmasında mutabık kalınmıştı.
Yukarıdaki teknik detayı bir kenara yazarak devam edelim.
New York’ta, “ABD-Sarraf’a karşı” diye başlatılan, sanık Rıza Sarraf’ın “sözde tanık” kimliğine devşirilmesiyle “Birleşik Devletler-Hakan Atilla’ya karşı” kumpasına dönüştürülen davanın ilk aşaması sonuçlandı.
Esasen, ABD istihbaratının elinde biriktirilen, FETÖ’cülerin yine Amerikalılar adına toplayıp servis ettiği dokümanların, ABD iç hukuku açısından delil değeri yoktu. Sarraf’ın manipülatif ifadeleri ile o dokümanlara bir manada delil niteliği kazandırılması hedeflendi.
En azından Amerikan yargısı, -bizce şaibeli- kararını böyle bir arka plana yasladığını ilan etmiş oldu.
Sürecin bundan sonraki aşamalarını anlamak için “iki büyük tezgaha” daha dikkat etmek gerekiyor.
Birincisi, Hakan Atilla ön (!) yargısını “pilot dava” olarak neticelendirmek ve arkasından “isim bazında” yeni yargılamaların veya taktik baskıların önünü açmak. Bu amaçla “yedeklenmiş klasörleri” devreye sokmak.
İkincisi, Halkbank üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne ve Türk bankacılık sisteminin istikrarına yönelmek.
Benim üzerinde durmak istediğim konu da bu. Yani, Halkbank merkezli spekülasyonlar.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Halkbank, halka açık bir finansal kurum. Dolayısıyla somut belgeye dayanmayan her türlü değerlendirme, hatta duyum paylaşımı bile hukuki sonuçlar yaratabilecek kadar hassas. Amerikan Hazine Bakanlığı eliyle Halkbank’a ceza kesileceğini söyleyenler, anormal rakamları bilerek ve isteyerek yayanlar sorumluluğunu göze almak zorundadır. Zira ortada Halkbank’ın tüzel kişiliğini doğrudan bağlayan bir karar olmadığı gibi Amerikan yargısının, “Ben yaptım, oldu” tarzına da peşinen teslim olmamak gerekir. Piyasaları dalgalandıracak, bankacılık sektörüne itimadı sarsacak şekilde Halkbank’a “Şu kadar fatura kesileceğini” savunmak, bilinçli şekilde kamuoyu oluşturmaya çalışmak, Amerikalıların ağzı ile sisteme ayar vermek, yasadaki “kasıt” unsuru içinde değerlendirilebilir.
Bu vesile ile belirteyim ki… Halkbank’a işlem bazında ceza kesilmesi olasılığının gayri hukukiliği bir yana, her türlü hesap kitap piyasada dolaştırılan operasyonel rakamlara itibar edilmemesi gerektiğini gösteriyor!
Bilgileri Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu köşesinden paylaştı.